Edebiyatta Roman Estetiğinin Temeli Olarak Rüya: Çimen Günay-Erkol

Edebiyatta Roman Estetiğinin Temeli Olarak Rüya

Edebiyatta Roman Estetiğinin Temeli Olarak Rüya: Çimen Günay-Erkol

ODTÜ’de maden mühendisliği ve Bilkent’te Türk edebiyatı eğitimini tamamlayan ve 1971 darbesini konu edinen romanlar üzerine olan araştırmasıyla 2008 yılında Leiden Üniversitesi Edebiyat Çalışmaları Bölümü’nden doktora derecesini alan Doç. Dr. Çimen Günay-Erkol, dil ve edebiyat alanında çalışmaktadır. Araştırmaları travma, politik çatışma ve çatışma sonrasının edebiyattaki temsilleri, edebiyatta erkeklik/kadınlık normları ve toplumsal cinsiyet hiyerarşileri gibi alanlarda yoğunlaşmaktadır. Yürüttüğü güncel araştırma, toplumsal cinsiyet temelli hak ve özgürlük arayışlarının Türkiye’de karşılaştığı “geri tepme” üzerinedir ve erkek hakları temelli örgütlenmeleri odağa almaktadır. Kuruluşundan beri Eleştirel Erkeklik Çalışmaları İnisiyatifi (EEİİ) üyesi olan ve bu inisiyatifle birlikte eğitim ve atölyeler tasarlayan Günay-Erkol, Özyeğin Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi’nde öğretim üyesidir.

Edebiyatta Roman Estetiğinin Temeli Olarak Rüya

Peter Brooks, Reading for the Plot kitabında, rüya çözümlemelerinin öneminin altını çizerken, bu çözümlemelerin bir metnin saklı olay örgüsünü açığa çıkarttığını ifade eder. Ben bu konuşmada, rüyaları ve dolayısıyla rüya çözümleme pratiğini bu açığa çıkartma çabasını da gözeterek, bir roman estetiği tartışması içinden ele alacağım. Önce Türkiye tarihinden, eski ve çağdaş edebiyattan örneklerle metinlerde rüyanın nasıl kullanıldığını genel bir bakış açısı vermek üzere çerçeveleyecek, daha sonra daha yakın inceleme yapmak amacıyla, Leyla Erbil, Latife Tekin ve Ayfer Tunç gibi çağdaş kadın yazarların metinlerine odaklanacağım. Kadınların metinlerinde rüyaların nasıl bir roman estetiği oluşturduğu sorusuna bireysel/kolektif bilinçdışının edebiyattaki farklı kullanımları ile cevap arayacağım.

Peter Brooks, Reading for the Plot: Design and Intention in Narrative. Harvard UP, 1992.

Tekrarlayan Rüyalar ve Düş Naveli Üzerine:  Müge Arslan Çelik

Tekrarlayan Rüyalar ve Düş Naveli Üzerine:  Müge Arslan Çelik

Tekrarlayan Rüyalar ve Düş Naveli Üzerine:  Müge Arslan Çelik

Arzunun varsanısal doyumunun bir örneği olan ‘’rüyanın’’, psikanalitik ilişkide, odada analizan tarafından bir nevi uyanıkken de görülebileceğini öne sürebiliriz. Bu durum analistin kendisini self-tasarımı imgesi konumuna sınırlamadığı takdirde, transferansın sağladığı doyum ve analizanın hikayesini oluştururken kullanacağı dil aracılığı ile sahnelenecektir.

Bilinçdışının görünümü olan rüyanın açık ve gizli içerikleri vardır. Tıpkı transferansın ortada görünür olan/açık ve örtük/latent biçimleri olabileceği gibi… Analizanın ‘’iddiasında’’; analistin bir yandan psişesinin kurucu unsurlarından biri olması varsayımı ile bilinç düzeyinde hayatında olan bitenler ile ilgisi olmadığının varsayımı bir arada görülebilecektir. Örtük aktarımın çok yoğun olarak odada çalışılmadan bırakılmasının, uyanık halde görülen rüyaların tekrarlamasına neden olacağı akla getirilebilir. Hastanın ensest arzu-yasak ikilisinden ötürü yansıtma başta olmak üzere savunma mekanizmalarını da barındıran otoerotik iç işleyişi; nonverbal, dolaylı, metaforik olmak durumundadır. O halde nonverbal bırakılan hissiyat tekrar zuhur etmeye yazgılıdır.

Salt cinsel inşa hipotezi analizanın uyanık ve uykudaki tekrarlayan rüyalarından uyanmasının, başka bir deyişle aktarımın tamamlanmasının, belki de düş navelinde hep hissedilen ama bilinmeyenin tanımlanmasıyla mümkün olduğunu iddia etmektedir. Analizanın bilince ulaşmasının yolunun, bastırılmış arzusunun verbal olmasından ve arzusunun kendisi tarafından hold edilebilecek “latent-eşcinsel imge çalışması” yaptırılması ile sağlanabileceğini ileri sürmektedir.

 

 

 

 

 

Rüya Çalışması, Endo-aktivite, Sound ve İmge: Uğraş Erman Uzun

Rüya Çalışması, Endo-aktivite, Sound ve İmge: Uğraş Erman Uzun

Rüya Çalışması, Endo-aktivite, Sound ve İmge: Uğraş Erman Uzun

Freud rüyaların yorumlanmasını bilinçdışına açılan “kral yolu” olduğu betimlemesi ile, psikanaliz içerisinde çok önemli bir yere yerleştirir. Rüyada simgeler aracılığıyla anımsanan bastırılmış anıların bilinçdışı içeriğini içsel düşlemler kadar tarihsel hakikatin yani hikayenin de oluşturduğunu ileri sürer. Rüyaya özgü tanımlanmış işlemlerden geçerek sansürlenmiş bu bilinçdışı içerik, analiz sürecinde rüya yorumlaması ile bilince getirilebilir. Klasik psikanalitik rüya çalışması, anımsamanın bir yolu olarak ele alındığında, regresyon talebi gibi de görülebilir. Geçmişi anımsamanın ve anımsananın bilinçdışı içeriğinin yorumlandığı ve onaylandığı hasta-analist buluşmasının, endo-aktivitenin non verbal doğası sonucu, örtük bir aktarım-karşı aktarım ilişkisine yazgılı olması kaçınılmazdır. Hastanın işleyişine dair ipuçları barındıran bu ilişki, aslında analist için agresyon nesnesi olmaya yazgılı kaderine de ışık tutabilir. Dürtü kuramının biyoloji ile (beden-erojen bölge) kurmaya çalıştığı ilişkinin sonucu olarak analist, bir somutlaşma çabası içerisinde geçmişte olanların ne kadarının “gerçek” ne kadarının “fantezi” olduğunu hesap eden konumuna sürüklenebilir. Bu aslında hastanın nevrotik psişesinin, bir öyküde, bir geçmişte ve bir dinamik ilişkide kurulduğuna dair anlatı talebidir. Psişenin merkezine bahsi geçen somutluk yerine “imge” yerleştirildiğinde zaman ve mekana simetriye olmayan bir ruhsallık anlatısı mümkün görünür. Ruhsallığın cinselliği barındıran imgesinin de zuhur ederken bir “sound” oluşturacağı aşikardır.

Analiz sürecindeki rüyanın, analisti endo-aktivitenin işleyişinin imgesi olarak yerleştirmenin görünümü şeklinde ele alınması, psikanalitik sürece ve tekniğe dair de bir çok anlaşılması zor ya da karmaşık konuyu açıklayabilir.

 

 

 

Rüya Yorumu, Analizde İnşa ve Sembolizasyon Konuşmacı: Dinç Orkun YONTAR

Rüya Yorumu, Analizde İnşa ve Sembolizasyon Konuşmacı: Dinç Orkun YONTAR

Rüya Yorumu, Analizde İnşa ve Sembolizasyon Konuşmacı: Dinç Orkun YONTAR

Rüya Yorumu, Analizde inşa ve Sembolizasyon

Klasik psikanalitik tedavi modeli; analizanın bastırılmış arzuları ile birlikte hatırlanmayan, travmatik olduğu varsayılan anılarının ortaya çıkarılmasını merkeze almaktadır. Böylece tarihsel niteliği olan bir hikaye oluşturulacaktır. Bu amaçla serbest çağrışım tekniği ve divan kullanılmaktadır. Rüyalar; tıpkı semptomlar, espriler, dil sürçmeleri gibi bilinçdışı arzuyu yansıtmakta ve bizatihi doyum sağlamaktadır. Rüyalardaki simgelere odaklanarak rüya yorumu tekniği ile Freud, hikâyenin boşluklarını doldurarak bir anımsama yaratmaya çalışmaktadır. Bu teknikle iç işleyişinin izinin sürülebileceği imgelerden ziyade dışsal, nesnel, nedensel, kronolojik ve somut niteliklerle ortaya çıkacak olan bir tarihsel gerçekliğe ulaşılabileceği öngörülebilir.

Analizde inşa; bastırılmış bilinçdışı arzunun ortaya çıkarılması ve gerçekliği de göz ardı etmeyecek şekilde hikâyenin boşluklarının tamamlanması amacı güdülerek yapılan, analist tarafından yürütülen bir çalışma olarak tarif edilebilir. Salt Cinsel İnşa hipotezi ise analizanın iddiası olan, dışsal ve tarihsel gerçeklikle nitelendirmek istediği ‘’hikâyeyi’’; hastanın arzusunu dışssallaştırmasına ve yansıtmasına hizmet edecek salt fantezik betimleme olarak okumaktadır. Bu perspektiften bakıldığında Sci rüya çalışmasında; zamandışı, mekânsız işleyen latent- eşcinsel psikoseksüelitenin (iç işleyişin) oral, anal, ödipal görünümlerinin bir aradalığını içeren imge çalışması yapılmasının önemli olduğunu ileri sürmektedir.

 

 

1.Freud’a Göre Rüyaların Oluşum Mekanizmaları ve Türleri – İrem İLHAN YÜKRÜK

Freud’a Göre Rüyaların Oluşum Mekanizmaları ve Türleri:  İrem İLHAN YÜKRÜK

Freud rüyaların, bilinçdışı arzuların doğrudan veya dolaylı olarak doyurulmasına aracılık ettiklerini ileri sürmüştür. Her rüya; derinlerde bir zamanlar meme ile yaşanan doyumu başka bir deyişle “yitik cenneti” yeniden kurmaya çalışır ve düşün görünen içeriği ruhsal işleyişin en derin katmanlarına dek uzanan temsillerden oluşmaktadır.

Freud, “görünür düş” kavramını; rüyanın yüzeyinde görünen materyali tanımlamak, “gizli düş düşünceleri” kavramını ise; rüyanın altında yatan ve bilinçdışına gömülmüş olan anlamları ifade etmek için kullanmıştır. Düşlerin görünür içeriğinin “rüya yorumu” ile gizli içeriklerini açığa çıkarmak ve bu gizli içeriklerin nasıl görünür içeriklere dönüştüğünü anlamak, ruhsal çalışma için temel bir gerekliliktir.

Gizli düş düşüncelerinin görünür düşe dönüştüğü süreç “Rüya işlemi” olarak isimlendirilmektedir. Bu proses; bilinçdışı sistemde yer alan süreçlere dair ilk ipuçlarını sağlaması ve onların bilinçli düşüncemizle bildiklerimizden oldukça farklı olduklarını göstermesi açısından psikanaliz tarihinde teorik açıdan aydınlatıcı bir öneme sahiptir.

Altta yatan içerik; rüya görenin bilinçdışına ait olup benimsenmemiş, reddedilmiştir yani bastırılmıştır. Kendisine anlatım yolu bulabilmesi için bastırmanın gevşemesini beklemek zorundadır. Ancak her koşulda zayıflatılmış, değiştirilmiş ve kılık değiştirmiş olan bu içeriğin yorumlama olmaksızın ortaya çıkarılamayacağı öngörülebilir. Yorum; görünür düşten gizli düş düşüncelerine giden yolda önderlik edecektir.

Freud, tüm kitaba yazıt olacak şekilde "Düşlerin Yorumu" kitabında Vergilius’un şiirinden bir atıfta bulunmuş ve şöyle demiştir; “Düşlerin yorumu, aklın bilinçdışı etkinliklerine götüren bir kral yoludur.” Bilinçdışı içeriğe ulaştırmayacak yorumlar, rüya işlemine hizmet etmeye devam edecektir. Bilinçdışı içeriği; yer değiştirme ve yoğunlaştırmalar ile sansürlenen rüya, aynı zamanda anımsamanın da bir yolu olarak tanımlanmaktadır. Anımsama; analistin rüya içeriğine ait simgeleri yorumlaması ile kolaylaştırılır. Simge yorumu ve serbest çağrışım tekniğinin birlikte kullanımı ile anımsamanın, erken dönemlere ait geri döndürülemez bir “primal sahne”ye kadar sürdürülebileceği düşünülmektedir.

 

 

Bir Yaz Gecesi Rüyası, Shakespeare İncelemesi – Hazal ÇELİK

Bir Yaz Gecesi Rüyası, Shakespeare İncelemesi - Hazal ÇELİK

Bir Yaz Gecesi Rüyası

Kadim Bir Soru: Oyun mu, Gerçek mi? Hazal Çelik

Bir Yaz Gecesi Rüyası romantik komedya oyunu; aşk, evlilik, çiftlerin kavuşup kavuşmamaları konularının çevresinde “gerçeklik” meselesini ele almaktadır. Oyunda dış gerçeklik; insan ve arzusu arasına giren bir durum olarak saptanır ancak “çılgınlar, aşıklar ve şairler” aracılığıyla iç gerçekliğin yani öznelliğin dışsal gerçeği biçimlendirebileceğine dair göndermeler de mevcuttur. Metinde insan deneyiminin en öznel hali olarak metaforize edilen ‘’aşkın’’; dış gerçekle çelişkisinin insanın kaçınılmaz trajedisi olduğu sonucuna varılsa da, sanatsal yaratımın ya da “anlayışın” insanın içindeki yıkıcılığı dönüştürme yolu olduğu işaret edilmiştir. Aşkın bir nevi uyanıkken rüya görmek olduğu iması tüm oyun boyunca sürüp gitmektedir. Şairler de benzer biçimde, önce güçlü bir hissiyata kapılan, sonra onun sözcüklerini var eden ve hayal gücünün esiniyle harekete geçen kişiler şeklinde resmedilirler. Lakin çılgın ya da aşıklardan ayrımları da vurgulanır. Sanatçılar hissiyatlarını yaratımlarıyla kapsayabileceklerdir. Yine benzer biçimde işçi-oyuncular kendilerini; kurgularına kaptırmış biçimde, izleyicilerini korkudan bayıltacak denli ürkütücü imgelemektedirler. Bu halleriyle “sıradan insanın” trajikomedisini temsil ederler. Metin boyunca birbirlerinin rezonansları gibi görülebilecek oyun kişileri aracılığıyla, insanın imgeleme kapasitesi yani endo-aktivitesi araştırılmaya ve cinsel imgeler formüle edilerek latent-eşcinsellik psişesine değinilmeye çalışılacaktır.